Gerçek Hayatın Anlatımı

a.k.a izledikten sonra değişik hissettiren filmler.

Merhaba, biraz günlük biraz güzel eser tanıtımı olarak kullandığım ve uzun bir süredir uğramadığım güzide mekanıma hoşgeldiniz. Ev aşırı dağınıkken gelen habersiz misafirin sebep olduğu allahım rezil olacağım hissiyle ev sahipliği yapıyorum. 

İnsan ne kadar aşık olursa olsun kafa her zaman bilim-kurgu yoğunluğunu kaldıramıyor. Çerez film olarak nitelendirdiğimiz yemek yerken arka fonda dönen ve yalnızca ses yapan filmlere de harcanan vakit yazık gibi geldiğinde ne yapacağız? Friends, himym gibi artık dillere pelesenk olmuş, aşırı romantize edilmiş dizilerden de gına geldi. İşte tam bu düşünceler kafamda dönüp dolaşırken bir kenara not ettiğim ve muhtemelen izlemem dediğim film listesi geceme gündüz oldu. Liste diyorum ancak bu yazıda yalnızca 3 tanesine yer verilmiştir :(

Oldum olası gerçek hayatı anlatan filmlerden pek haz etmemişimdir. Yeterince gerçek hayatla uğraşmışken eve dönüp 2 saat daha bu hayata maruz kalma fikri beni pek rahat hissettirmiyor. Neyse ki zeki ve belki de romantik diyebileceğimiz insanlar yeterince güzel film yapmış ve yapmaya da devam ediyorlar. Gerçek hayatı izletme meselesi önemli ve yetenek gerektiren bir iş. Günümüz dünyasında çekilen çoğu filmin gerçeklikten kopuk, efektlerle boğulmuş ve zayıf bir anlatıma sahip olması, bir noktadan sonra sürekli aynı filmi izliyoruz hissi yaratıyor. Bu alan böyle de madalyonun diğer yüzü çok mu farklı? Bir manzara görüntüsü veya bakış ne kadar uzun sürerse film o kadar sanatsal ve anlamlı mı oluyor? Bana kalırsa burada farkı yaratan en önemli olay yönetmenin/yazarın neyi anlatacağını bilmesinden ziyade nasıl anlatacağını bilmesi. Sıradanlığı güzel bir ritimle anlatılabilir ve izlenebilir kılmak gerek. Peki bu filmler neden değişik hissettiriyor? Belki de hepimizin gün içerisinde başına gelen, gördüğü, duyduğu, düşündüğü, hissettiği kısacası sıradanlığımızı meydana getiren olayları dışarıdan biraz da romantize edilmiş şekliyle görmek kimimizin olaylara bakış açısını değiştirirken bir kısmımızın da yaşananların öneminin (bazı durumlarda önemsizliğinin) farkına varmasını sağlıyor. Ruh hali fark etmeksizin tek olmadığını bilmek, hayata farklı bir pencereden bakabilmek herkesin ihtiyacı. Kıssadan hisse "anlamak".


Ta'm e guilass (1997)

İranlı yönetmen Abbas Kiraostami'nin 97 yılında Cannes'dan Altın Palmiye ödülüyle dönen filmi intihar ettikten sonra kendisini gömecek birini arayan bir adamı anlatıyor. 

Homayoun Ershadi in Ta'm e guilass (1997)

İnsan mutsuz olduğunda mutluluğu anlayabiliyor. İyi-kötü, doğru-yanlış gibi birbirine zıt ve her zaman somutlaştırılamayan kavramlarda olduğu gibi. Hayatlarımızda zıtlık veya eksik olmasa bunlar giderildiği zaman farkına varabilir miydik? Bu filmde mutsuz ve sorunlarına ölümden başka bir çare bulamamış bir adamın, geldiği toprağa geri dönme isteğini izliyoruz. Badii'nin geçtiği kıvrımlı ve tozlu yollardan tutun da arka fonda toplumun sosyoekonomik yapısına da şahit olmaya kadar her sahnesi anlamlı, kaliteli bir yapım. Bakış açısı çok önemli, çok.

Yahşi günün kardeşi
Yaman güne düştüm gel.

Paterson (2016)

Adam Driver in Paterson (2016)

Sakin, huzurlu ve sıradan hayatına şiiri de katmış Paterson, hepsi bir rutinde. Şiir yazacağı zaman bile belli. Jim Jarmusch'un kendine haslığını hissettirdiği, naif bir film. Herkesin kendince aşırı meşgul ve aşırı önemli hayatlarına tüm sıradanlığı ve basitliği ile cevap veriyor. Yaşadığımız koşullarda sıradan olmaya öcü gibi bakıldığını ve rutinlerin sıkıcılıktan öte görülmediğini düşünecek olursak filmi izledikten sonra derin bir oh çekmem aşırı mantıklı bir hal alıyor. Güzelliği en pratikte aramam ve en pratik olanın da genelde süsten uzak, sıradan ve basit olması beni kocaman bir Paterson'a dönüştürür mü?

Frances Ha (2012)


Greta Gerwig and Mickey Sumner in Frances Ha (2012)

Noah Baumbach, yükselen yetenek Greta Gerwig ile bizlere büyük bir şehirde yaşama mücadelesi veren, yaşının gerektirdiği olgunluktan uzak, oldukça sıradan, biraz kafası karışık ve tek isteği mutlu olmak olan bir kadının hikayesini anlatıyor. Aslında 20lerinin ortasına gelmiş çoğu kadının kendinden bir parça bulabileceği bir karakteri izliyoruz. Kendimizden parçalar bulabildiğimiz karakterlerin kurgu hayatlarıyla kendi hayatlarımızı karşılaştırmamak elde değil. Kıyas yapıyoruz, onun yerinde olsam neleri farklı yapardım diye sorguluyoruz. Bu tarz düşünceler kafamızı yastığa koyduğumuzda da aklımıza geliyor elbet, ama hangimiz radikal kararlar alabildi ki şimdiye kadar? İşte tam da bu noktada bu tarz filmler her konuda olmasa da bir kısmında bize ışık tutabiliyor. Benzer hayatları 3. bir kişi olarak izlemek belki de kendi durumumuzun ciddiyetini biraz daha ortaya koyuyordur. Frances Ha benzer bir iş yapıyor ve aynı zamanda kaliteli vakit de geçiriyorsunuz.

Hayat değişik bir süreç. Asla başıma gelmez dedikleriniz, en dibi ya da en yükseği gördüğünüzü sandığınız her şey o kadar kolayca gerçekleşiyor ve zaman o kadar hızlı geçiyor ki. Ve işin daha da komik yanı sadece benim başıma geliyor dediğimiz her şey evet her şey aslında herkesin başına geliyor. Etrafımızdaki herkesin aynı yerde ve üç aşağı beş yukarı benzer şartlarda yaşadığını düşünecek olursak bu o kadar da şaşırtıcı değil. Onca benzerliğin ve sonuç olarak sıradanlığın yaşandığı bu süreçte farklılık yaratan tek şey verdiğimiz tepkiler. Verdiğimiz tepkinin sonuçları ise yaşamadan bilemeyeceğimiz şeyler. Üstlerde yazdığım filmler hayatın bu basit karmaşıklığını tabi ki de açıklayamaz ama bizlere yalnız olmadığımızı ispatlayabilir. Doğal olarak aslında hep bildiğimiz ama bir türlü adını çıkaramadığımız hisleri uyandırıyorlar.

Yorumlar

Popüler Yayınlar