Aşk Üzerine Sohbetler
Aşık oldunuz, evrenin tüm mutluluklarının sırrını çözdünüz. Gönlünüzde bir hafiflik, dimdik yürüyorsunuz. Günlük hayatın basit problemleri gerçekten de basitlermiş. Her şeyin güzel bir sebebi varmış. Başa gelen kötü şeylere dudağın sağ köşesinin hafifçe yukarı yönlenmesi ile vardır bunda da bir hayır deyip yeni maceralara doğru ilerliyorsunuz. Macera dediğim de Cinnah'tan aşağı sallanıp Tunalı'da bir kahve molası vermek ve kendine güzel bir çorap alıp eve dönmek. Huzuru sıradanda bulmak ama bulduktan sonra sıradanın sıradışıya dönüşmesi... Belki de bu yüzden aşk yüzyıllardır kitapların, şiirlerin, filmlerin konusu olmaya devam ediyor.
Bu yazıda Wong Kar-wai'den, biraz Şükrü Erbaş'tan ve bu evrensel hissiyatın yazar üzerindeki birtakım yansımalarından bahsedeceğim. Ümitli bir başlangıç, hazin bir son ve geleceğe yönelik iyi temenniler. Yani kısacası her günümün mini özeti.
Her tecrübe kendi yorumunu doğurur.
Aşık olan kişi ne hisseder? Veya ne hissettiğinde tamam ben aşık olmuşum der? Wong Kar-wai benim hissettiğim tüm duygu ve düşünceleri film haline getirmiş bir yönetmen, hatta bir noktada benim yaşadıklarımı. Filmlerde sevenler kavuşamıyor, birbirini sevdikleri gözlerinden belli olan çiftlerin yolu önünde sonunda ayrılıyor. Ve onlara kalan iç burukluğu tüm ekranda, tüm o güzel renk paletiyle içinize işliyor.
Wong Kar-wai'nin In The Mood For Love filmi bana Şükrü Erbaş'ın Sitem şiirinden birkaç dizeyi anımsatıyor;
...
Bilimle uğraşan biri olarak aşka tabiri caizse biyokimyasal bir süreç olarak bakmayı da denedim. Hatta biraz Schopenhauer okumaya çalıştım (Aşkın Metafiziği'nden bahsediyorum). Ortaya en iyi ürünü koyabilmek için kendimizden en farklısını seçtiğimiz gibi aslında aşkın soyumuzun en iyi şekilde devamını sağlamaya yardımcı bir duygu olduğu iddiasına inanmaya çalıştım. Ancak aşka, tüm duygusallığı bir kenara koyduktan sonra, belli bir hedefe ulaşmayı amaçlayan bir araç olarak bakmayı beceremedim. Bu kadar edebi eser sırf bunun için yazılmış olamaz. Aşık olunca dünyanın toz pembeye boyanmasını bununla açıklayamayız. Ya da aşık olduğumuz insanla yollarımız ayrıldıktan sonra hissettiğimiz şeylerin omuzlarımızda devasa bir ağırlık yaratmasını da. Elbette bunları hissetmenin biyokimyasal sebepleri var. Ama belki de böyle yoğun hislere basit açıklamaları kabul etmiyoruzdur. Zor şeylerin açıklaması da zor olmalı, hatta açıklaması bile yapılamamalı. Vicdanımızı böyle rahatlatıyor olmalıyız.
Wong Kar-wai'nin filmlerinden aklımda kalan spesifik bir sahne veya diyalog yok sanırım. Ama her filminde hissettiğim duygular o kadar net ki. Örgü örer gibi başta neler olduğuna, neler düşündüğünüze pek bir anlam veremezken film bittikten sonra baktığınızda elinizde kocaman bir atkı oluyor. Sizi saran, sıcacık tutan, koklayınca geçmişte bir anıya ışınlandığınız ve sonraki kış da sizin yanınızda olacağını bildiğiniz bir atkı.
...
Yarım kalmış aşk hikayeleri her gece yatağa yattığınızda tam gönlün ortasından kopup gelen kırgınlık hissini yaratıyor olsa da içten içe şunu da biliyoruz; gelecekte bazı hikayeler yarım kalmayacak. Yapılan hatalar, düşülen kuyular, çıkmaz sokaklar bunların hepsi bir gün bitecek. Peki bitene kadar ne kadar zaman geçecek? Omuzlarımızdaki ağırlık ne zaman kanatlanıp gidecek? Chungking Express'teki umutsuz aşıklarımızdan biri aşkta işler kötü gittiğinde koşuya çıkıyordu. Koştukça terler, terledikçe vücutta su kalmaz, vücutta su kalmadığı için gözyaşı akıtamazsınız. Eğer aşk dediğimiz meret Schopenhauer'ın bahsettiği gibi basit bir mantığa sahipse koşmak da aşk acısına iyi gelebilir çıkarımını yapabiliriz. Yok eğer Wong Kar-wai ve Şükrü Erbaş'ın anlattığı gibi hassas, emek isteyen, ilmek ilmek örülen bir şey ise acısı ile nasıl başa çıkılır sorusu içinden çıkılmaz bir hal alır.
Bu yazıyı okuyanların bir kısmı defalarca aşık olmuştur, bir kısmı henüz bu duyguyu tatmamıştır. Belki bir kısmı da benim gibi arda kalanları en az hasarla ama bolca dersle aşmaya çalışıyordur. Wong Kar-wai defalarca aşık olanlara tanıdık gelecek, aşık olmamışlara neyle karşılaşacaklarını anlatacak ve benim gibilerin de tek olmadıklarını hissettirecektir. Aynı şeyleri filmleri izleyerek yaşayacağınız gibi Şükrü Erbaş şiirleri okurken de yaşayacağınıza inanıyorum. Dünyanın iki ucundaki iki sanat tek bir duygu çatısında daha güzel buluşamazdı.
...
Yorumlar
Yorum Gönder