Arthouse Sci-fi

Gözlerimizi kapayıp derin bir nefes alıyoruz. Kendimizi blockbusterlardan arınmış bir ormanda hayal ediyoruz.

Merhaba, sizleri bilim kurgu evreninin farklı bir köşesine götürmeye hazırlanıyorum. Avatar, Star Trek, Matrix gibi herkeslerin aşırı bildiği ve gişe rekorları kırmış filmlerin üzerinden zıplaya zıplaya geçiyoruz ve bilen sayısının azınlıkta olduğu sanatsal filmlerin içine atlıyoruz. Arthouse sci-fi dediğim kabaca sanatsallı, CGIlardan ve çeşitli teknolojik detaylardan uzak, devasa bütçeleri olmayan yapımları temsil ediyor. Fazla özel efekt içermeyen ve izlerken bizleri daha varoluşsal sorulara itekleyen bu filmler içerisinden kendimce bir liste yaptım. Daha fazla film isterseniz yazı sonundaki linklere uğrayabilirsiniz.

2001: A Space Odyssey


Biraz klişe bir örnek olacak ama bana kalırsa konu başlığını en güzel harmanlamış film 2001: A Space Odyssey. Stanley Kubrick'in yönettiği 1968 yapımı bu film yarattığı inanılmaz etkiyi hala korumakta, zamansız dediklerimizden. Kubrick'in sadece A Clockwork Orange, Eyes Wide Shut ve The Shining filmlerini izledim ve her bir filmin konularının, dertlerinin çok farklı olduğunu bilmeme rağmen kıyaslayacak olursam 2001: A Space Odyssey, Kubrick'in açık ara farkla en iyi filmi bence. Arthur C. Clarke'ın Sentinel isimli hikayesinden uyarlanan bu film nereden geldik ve nereye gidiyoruz sorularını alışık olmadığımız, gizemli bir dille bizler için cevaplar. Filmi birkaç farklı açıdan incelemek mümkün. Ben bu açıları kendimce 3 ana başlıkta topladım: fiziksel, duygusal ve bilimsel. Fiziksel açıdan homo sapiensin ürettiği aletlerle birlikte ilerleyen evrimini geçmişten geleceğe inceliyoruz. Afrikada yaşayan maymun-insan ara türünün kullandığı basit bir kemiğin bahşettiği liderlikten gezegenler arası yolculuk yapan gelişmiş insanın ürettiği yapay zekanın, insanı yetersiz ve görevindeki bir engel olarak görerek düşmana dönüşmesine ilerleyen bir yolculuk (aşırı uzun bir cümle oldu farkındayım). Pürüzsüz, mükemmel bir siyah dikdörtgen monolitin eşliğinde gelişen insan-alet ikilisi benim kafamda şu soruyu yaratıyor; ilerledikçe üşeniyor ve merakımızı yitiriyor muyuz? Bu soruyla beraber filmin duygusal açıklamasına ilerliyorum. İnsanlığın ilerlemesinin belki de en önemli etmeni olan merak ile Afrika'da dolaşan maymundan başka gezegenleri, galaksileri keşfeden, sorgulayan ve piramidin tepesine oturup kuralları koyan bir türe evrilmemiz film boyunca sindire sindire anlatılan bir tema. Yeri geldiğinde kendi ürettiği muhteşem alete bile güvenmeyen insanın kendisini bambaşka bir boyutta kendi geleceğini izlediği bir yerde bulması ve ilk günkü merakını kaybetmeden pürüzsüz, mükemmel bir siyah dikdörtgen monolitle buluşması acaba özünüze dönün çağrısı mı? Daha Ay'a ayak basılmamışken çekilmiş bir film için harika detaylara sahip bu filmi bilimsel olarak incelediğimde günümüzde son teknolojilerle daha fazla bilgi birikimiyle çekilmesine rağmen çoğu açıdan bilimselliği yakalayamayan filmlerin aynaya bakıp bir dakika boyunca kendilerinden utanmasını istiyorum. Her şey para, görsel efekt veya diyalogdan ibaret değil. Uzayın sessizliğinde sonsuzluğa doğru süzülen bir astronotu 6 dakika izlemek başka bir filmde işkenceye dönüşecekken burada bir nevi soluklanmak ve düşünmek için bir vakitmiş gibi hissettim. Yerçekimsiz ortam tasvirlerini de ekleyince zamanının ötesinde bir bilimselliğe sahip gerçekçi bir film izliyoruz. Stanley Kubrick'in bu harika eseri başından sonuna kadar oldukça doyurucu ve üzerine saatlerce konuşulacak malzemelerle dolu. Bilim kurgu dediğimiz teknik detayların ön planda olduğu bir alanı birtakım düşünsel ögelerle tam da kıvamında birleştirmek her yiğidin harcı değil ve bu film öyle mükemmel bir kıvamdaki anlatamam.

Brazil


Sanırım yıl 1985 de olsa 2015 hatta 2055 de olsa toplumların en büyük sorunu değiştirilemeyecek gibi duran, her şeyi kontrol eden sabit sistemler olacak. Brazil bizlere tekdüzeleşmiş, adam kayırma ve rüşvetle yürüyen idari işleri tasvir ederken sistemin parçası olmuş bir adamın hayallerinin peşinden koşmasının sonuçlarını gösteriyor. Terry Gilliam'ın yönetmenliğinde bilim kurgu bahanesiyle sistem eleştirisi izliyoruz. Sistem eleştirisi sadece hükümetle kalmıyor; toplumun yaşadıkları çevreye kadar ayrıştığı aslında çoğu distopik filmde gördüğümüz klasik farklılıkların Gilliam'ın masalsı anlatısıyla birleşmesine şahit oluyoruz. Bir 'böceğin' sebep olduğu yazım hatasıyla başlayan süreç bizleri devlet memuru Sam Lowry'nin hayal dünyasına oradan da sistemden çıkmanın belki de yegane yoluna götürüyor. Filme ismini veren şarkıyla sizleri baş başa bırakıyorum.



Solaris


Öncelikle şunu belirtmem lazım Tarkovski'nin yalnızca 2 filmini izledim; Solaris ve Stalker. Bundan dolayı yönetmen ve bazı detaylarla ilgili yapacağım yorumlar sadece bu iki filme dayanıyor. Solaris, Stanislaw Lem'in romanından uyarlama bir film. Tarkovski bilim kurguyu hem o zamanlar ülkesinin bulunduğu komünist düzeni hem de insan vicdanının mutluluk, ölüm ve acının gizemiyle nasıl baş edebileceğini anlatmak için kullanıyor. Solaris, insanların hayal dünyasını maddeleştirebilen bir gezegendir. Maddeleşen insanlara ziyaretçi adını veren ekip sadece bilimsel bir anomali ile değil vicdanlarıyla da karşı karşıyadır. Film harika bir doğa görseliyle açılır ve onun yansımasıyla kapanır. Konu itibariyle bildiğimiz bilim kurgulara benzerken gerek replikler gerek Tarkovski'nin farklı sahnelerde kullandığı farklı renk temalarıyla farklılığını başarılı bir şekilde yansıtıyor.

Tarkovski Solaris'i kapitalist düzen gibi görmektedir. Hayal ettiğiniz her şey başta önemsemediğiniz bir bedel karşılığında sizindir. Bu eşsiz gezegen sizi içine çekerken Dr. Snout aslında bizlere gereken cevabı veriyor: İnsanın insana ihtiyacı vardır. Ve film bittikten sonra çıkardığım notlara bakıyorum. Edindiğimiz her bilgiyi ahlakla mı değerlendirmeliyiz, insan sadece kaybedebileceği şeyleri mi sever ve belki de en büyük soru Solaris'e gitsem geri dönebilir miydim?

Stalker


İkinci Tarkovsky filmine geldik. Kıyaslamak gerekirse Stalker Solaris'ten daha karanlık, daha edebi, daha gerilimsiz ve daha ağır. Ama iki filmin de temeli en derin isteklerimize ulaşma arzusu. Nasıl oluştuğu film boyunca detaylı bir şekilde açıklanmayan ve içerisinde insanların her isteğini gerçekleştiren bir odaya sahip olan bölgeye yolculuğu izliyoruz. Odaya ulaşmanız için yanınızda birtakım yeteneklere sahip olan ve bunu nesilden nesile aktarabilen bir stalker olması gerekiyor. Filmde bir stalker, bir yazar ve bir bilim insanının giriştiği bu yolculuk neresinden baktığınıza bağlı olarak farklı anlamlar içeriyor. Sanatın çıkar gözetmeksizin her ruhu sarmalayışını, her şeyin bir anlamı ve nedeninin oluşunu, güç deyince akılda canlanan sert ve sabit duruşun ancak ölü bir bedende görülebilmesi gibi hayatın su götürmez gerçeklerini fark ediyoruz. Filmde bolca karşılaştığımız tek bir yere odaklanılmış uzun sahneler ile kafamızda tekrar tekrar dolanan, felsefe ile işlenmiş diyaloglar film izliyordan ziyade sanat eseri inceliyormuş hissi uyandırıyor. Tarkovski isteklerimizin kaynağını ve gerçekten ne istediğimizi öğrenmek istiyor. Bunu da yazarın şu cümlesiyle bizlere aktarıyor: "My conscience wants vegetarianism to win over the world and my subconscious is yearning for a piece of juicy meat. But what do I want?"

Biraz ağır bir sanat eseri Stalker ama tam anlamıyla ruhu doyuruyor.

eXistenZ


Sanal gerçekliğin patladığı zamanlarda çekilen eXistenZ, realistlik ile sanallık arasındaki savaşı bolca plot twistle ve teknolojikli ürünlerden ziyade birtakım biyolojik hibritlerle anlatmaya çalışıyor. Allegra Geller'a eXistenZ oyununun tanıtımı sırasında düzenlenen saldırı ve onu korumaya çalışan Ted'in realist düşmanlardan kaçışıyla başlayan film başlangıçta hiç ummadığımız yerlere gidiyor. Vıcık vıcık mutant canlılardan toplama bir pod ve göbek bağımsı bir ara kabloyla girebildiğimiz sanal alemin teknik olarak bildiğimiz teknolojiden uzak olması ve her girdiğiniz oyunda tasarlanmış bir karaktere bürünürken özgür irade hakkında soru işaretleri yaratması eXistenZ'i sıradan bir bilim kurgu filmden ayırıyor. İlk bakışta sanal gerçeklikle alakalı bir film gibi görünürken çok katmanlı senaryo bizi oyun yaratıcısı Allegra ile Tanrı benzerliğine kadar getiriyor. Yaklaşık 90 dakikalık görece kısa bu filmi izledikten sonra realistlere katılmaya karar verdim. Bakalım siz ne tarafta olacaksınız?

Melancholia

Kirsten Dunst, Charlotte Gainsbourg, and Cameron Spurr in Melancholia (2011)

Sanırım hayatımda izlediğim en değişik açılış sekansına sahip olan ve Lars Von Trier'in yönettiği 2011 yapımı Melancholia, bilim kurguyu ana temadan ziyade bir sonuç oluşturmak için kullanıyor. Güneşin ardında, saklandığı yerden çıkan Melancholia gezegeninin kaçınılmaz yolculuğu sırasında iki kız kardeşin haleti ruhiyesini inceleme fırsatı buluyoruz. Film bu kız kardeşlerin isimlerinden oluşan iki bölüm şeklinde. Justine'in kalabalıklar içinde taktığı maskesinin ve Claire'in sorumluluklarının ağırlığını temel alan ve Trier'in genellikle kullandığı pornografi ve şiddet temalarından uzak, 'melankolik', ucundan kıyısından bilim kurguya dokunan farklı bir film. İzledikten sonra ne vay çok güzel ne de zaman kaybıymış be diyemedim. Tek kelimeyle özetleyecek olursam değişik. Ama izlenmesi gereken filmler listenize koymanızı öneririm.

La Jetée


Listedeki tek kısa filme geldik. 1962 Fransız yapımı ve fotoğraflardan oluşan bu film 12 Monkeys'in ilham kaynağı. Sanki gerçek bir arşivden elde edilmiş fotoğraflarla çekilen bir belgesel havası var. 3. Dünya Savaşı'nın ardından yeryüzü radyasyondan dolayı yaşanılamaz hale gelmiştir ve galiplerin çözümü esirler üzerinde deney uygulayarak zaman yolculuğunu gerçekleştirmektir. İzlediğim en orijinal ve en sade yapımlardan biri çünkü bu filmi izlemeden önce birileri bana bilim kurgu sadece siyah beyaz fotoğraflar kullanılarak anlatılabilir dese hayatta inanmazdım. Kısacası La Jetée'yi mutlaka izleyin ardından da bir 12 Monkeys patlatın. 

Yazı burada sona eriyor. Bu listeye yakışacak önerilerinizi bekliyorum. Bu alan iyiymiş daha başka neler var diyenleri ise aşağıdaki linklere yolluyorum.

İyi seyirler.

https://filmschoolrejects.com/10-essential-arthouse-sci-fi-films/
https://www.syfy.com/syfywire/28-arthouse-sci-fi-films-will-make-you-smarter-and-cooler

Yorumlar

Popüler Yayınlar