Moon
Merhaba, 2009 yapımı bilim kurgu-gerilim filmi Moon ile karşınızdayım. Duncan Jones tarafından yazılıp yönetilen ve başrolünde Sam Rockwell'i gördüğümüz bu film işin bilim kurgu yanıyla birlikte duygulara da odaklanıyor. Öncelikle film bizlere Ay'ın karanlık yüzeyindeki topraktan enerji elde eden bir şirketin ve şirkete ait istasyonda görevli bir kişinin hayatını anlatıyor. Her şey oldukça sıradan ve bir anlamda üzücü bir şekilde ilerlerken yaşanan bir kaza hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını gösterir. Buraya kadar spoilersız geldim şimdi gelelim filmin detaylarına.
Filmi yorumlamadan önce bir karar vermemiz lazım. Ne açıdan bakacağız? Gerçekçiliğine mi yoksa anlatmak istediğine mi? Biz sırayla gidelim. Dünyadaki enerji ihtiyacının %70'inin Ay topraklarından elde edilmesi ve bunun sadece bir şirket tarafından yapılması günümüz koşullarıyla düşünülünce imkansız gibi. Hayır enerji eldesinden bahsetmiyorum, bunun sadece bir şirket tarafından yapılması. Kapitalist siste... hayır hayır tabi ki bu konulara girmiyorum. Paragraf başında belirttiğim gibi yorumlama işi ne açıdan bakarak izleyeceğinize bağlı ve ben gerçekçilik açısına bakmayı tercih etmiyorum. Yine buradan devam edecek olursak filmin ilk yarısında öğrendiğimiz Sam'in aslında klon olması ve bu klonluk müessesinin şirketin kalifiye eleman üretme üşengeçliğinden kaynaklanıyor olması ayrı bir can sıkıcı nokta. Dünyadaki enerjinin önemli bir yüzdesini üreten bir tanecik şirketin eleman yetiştirmeye parası yok mu? Bu soruları sorduktan sonra geliyoruz daha soyut meselelere. Filmin başından itibaren Sam ve ona eşlik eden yapay zekanın rutin işlerini izliyoruz. Sam'in istasyonu adeta bir eve çevirmesi, gerek fotoğraflarla gerek çalar saatiyle, ve son sahnelerde 'I want to go home' deyişi insanı düşündürüyor. Düşündürmekten kastım benim gibi ailesinden uzakta, tek başına yaşayan insanların anlayacağı o garip boşluğu hissettiriyor (Buraya Kings of Convenience'tan Homesick şarkısı gelsin). Filmin ortalarından itibaren ise klon olayıyla karşılaşıyoruz. Şirketin kağıt basar gibi klon üretmiş olması ve onlara 3 yıllık ömürle birlikte hiç utanmadan anılar yüklemiş olması yürek burkuyor. Şimdi gerçekçilik açısından yine bir sorun ile karşı karşıyayız. Klonlara anı verildi mi yoksa anıları sıfırlayacak bir mekanizma bulunmadığı için kimden klonlandıysa onun anıları default olarak geliyor mu? Keşke bu kısmı bize açıklasaydınız. Yazık bir de eve dönüyoruz zannedip biniyorlar poda sonra puf, çok üzüldüm ya. Burada başka bir konuyu sorgulamamız gerekiyor. Haydi bu klon işi gerçekte olsa onlara nasıl davranacağız? Şirket malı gibi mi ama adamlar robot gibi değil ki, hissediyorlar, üzülüyorlar, seviniyorlar. İşte bu filmin belki de günümüz bilim kurgu filmlerinden ayıran en önemli özelliği. Filmde enerji üretimini, yapay zekanın karar alma mekanizmalarını ya da gelecekteki şirketlerin yönetim politikalarını değil onca teknolojik ilerlemeye ve değişime rağmen değişmeyen temel insani duyguları değerlendirmemiz gerekiyor. Yani bence öyle. Ondan dolayı film sırasında ya da sonrasında burada gösterilmiş teknolojik zımbırtının mantıklı açıklaması yok diye düşünmek yerine daha derine bakmak gerekiyor. Klonun yaşadığı yalnızlık duygusu, kızına ve karısına karşı hissettiği sevgi ve en sonunda da adeta birinin eve dönebilmesi için kendini feda etmesi. İnsana atfedilen bu duyguları bir şirketin ürettiği klonlarda görmek oldukça ilgi çekici.
Bu film bana biraz Coherence'ı biraz da Passengers'ı anımsattı. İkisiyle de pek alakası yok, ben de anlamadım bu işi. En en en başta da belirttiğim gibi farklı bir tarzda bilim kurgu filmi izlemek isteyenlerin kaçırmaması gereken bir film. İyi seyirler.
Yorumlar
Yorum Gönder